Bu başlığı aylar önce atmıştım aslında… Belime kadar inen memelerimden fenalık geçirdiğim, boyun ağrısından illallah ettiğim, memelerimden akan terden bayılmak üzere olduğum sıcak bir günün sonunda, “yetti be!” diye not düşmüştüm defterime… Ancak başlığın altını bugün doldurabilecekmişim…
Bundan beş sene önce meme küçültme ameliyatı olmaya niyet ettim. Niyetimi gerçekleştirmem beş sene sürdü. Oluyo öyle bana, kitabımı yazmam da yedi senemi almıştı…
Ameliyat olduğumu Instagram’da paylaştığımdan bu yana tek bir olumsuz yorum almadım. Bir kişi bile kalkıp “Bize ne senin memelerinden be kadın?!” demedi. Kimse “Mahremini neden paylaşıyorsun?” diye üstüme gelmedi. Kız yoksa ülkemde düşünce ve ifade özgürlüğü mü yerleşmişti? Yoksa Toplumsal Meme Eşitliği mi falan mı devreye girmişti? Haaaa, Instagram yorumlarında “sadece takip edenler” diye ayar yapmıştım…
Neyse… Sonuç olarak, beş gündür aldığım mesajların istisnasız her biri iyi dileklerini iletiyor, “Geçmiş olsun” diyordu. Hepsine yanıt vermek istedim ama yetişemediklerim oldu, buradan da tekrar söylemiş olayım - çok teşekkür ederim!
Mesaj gönderenlerin bir kısmı bu ameliyatı yaptırdığını, beni çok güzel günlerin beklediğini, “şimdi üçgen bikinilerin düşünmesi gerektiğini” söylüyordu - yaşasın!
Önemli bir bölümü ise, bu ameliyatı yaptırmak istediğini, ancak ya ameliyat olmaktan, ya ameliyatın maliyetinden ya da her ikisinden birden korktuğunu, sonuç olarak bir türlü harekete geçemediğini ama süreci çok merak ettiğini söylüyordu. Tıpkı beş sene boyunca benim yaptığım gibi…
Bu ve bundan sonraki iki yazı en çok onlar için…
Uzun Zaman Önce, Çok Uzak Bir Galakside…
Evet, büyük memeli kadınlar vardır. Ve ben de onlardan biriydim.
Küçük memeli kadınlar da vardır. Artık onlardan biriyim, çok şükür.
Eskiden büyük memeli değildim aslında... Lisede gerçekten kocaman memeleri olan, beden eğitimi dersinde koşarken memeleri sağa sola sallandığı için oğlanların dalga konusu olan kızlar vardı. Şimdi düşünüyorum da, o “koca memeli” kızlarla dalga geçen oğlanlara haddini bildirmezdik biz diğer kızlar… Bu da bizim ayıbımız...
Ben “koca memeli” değildim ama “armut tip”tim. Üstüm ince, altım kalındı. Kendimi bildim bileli “basenlerim var”dı. Alt ve üst bedenim arasında oldum olası bir beden fark olurdu: Üstüm 36’yken altım 38’di. Üstüm 38 olduğunda, altım 40 oldu. Üstüm 40 olduğunda… valla sonrasını takip etmeyi bıraktım.
Meme küçültme ameliyatı olmak bundan yaklaşık beş sene önce aklıma düştü. Yoksa altı mıydı? He ne idiyse; kilolu değildim, hatta fit bile sayılırdım o zamanlar. Ancak memelerim, çocuklarımın doğum günü partilerinden sonra birkaç hafta boyunca evin içinde oradan oraya sürünen balonlar gibi pörsümüş, biri sağa biri sola kaymıştı. Diyetisyen kuzenimin de desteğiyle doğum kilolarımdan kurtulduktan sonra, baktım memelerim hiç oralı değil, ameliyat işini araştırmaya başladım. Pandemiden önceydi; henüz Bodrum’a taşınmamıştık, İstanbul’da yaşıyorduk. Dolar 6 liralara, benzin 8 liralara falan çıkmıştı, ekonomik krizin bundan ibaret olduğunu sanıyorduk. İşlerin buralara geleceğini bilseydim n’apar eder o zaman ameliyat olurdum.
O zamanlar görüştüğüm ilk doktor, muayene ettikten sonra memelerimden birinin beş santim, diğerinin yedi buçuk santim sarktığını söyledi. İki meme arasında iki buçuk santim fark vardı; hayal görmüyordum yani, gerçekten de biri yerde biri gökteydi. Evet, memeler zaten doğal olarak asimetrik olabilirmiş fakat benimkiler dokuz sene içinde üç kere doğum yapıp, toplamda 39 ay emzirdikten sonra bedenimi terk etmek istermiş gibilerdi. (Oha, bunu daha önce hiç hesaplamamıştım, resmen hayatımın üç senesi -artı üç ayı!- emzirerek geçmiş!)
O ilk görüşmeden ameliyatı yaptırmak isteyerek çıktım. Ancak işte, bana mesaj atan bir sürü kadın gibi, ben de nasıl harekete geçeceğimi bilmiyordum. Neticede estetik bir ameliyattı, zorunlu değildi (zorunlu olmamasının, gerekli olmadığı anlamına gelmediğini beş sene sonra anlayacaktım). Çok paraydı. Bir sürü organizasyon yapmam, evde pasifize olmam, ev işlerinden, çocuk işlerinden bir süreliğine elimi ayağımı çekmem gerekecekti. Kısacası, koşullarım uygun değildi.
Sonra araya bir sürü şey girdi. Pandemi oldu. Ben tiroid kanseri oldum. Daha doğrusu, boynumdaki şüpheli nodüle biyopsi yapıldı, biyopside bir şey çıkmadı ama cerrah halamın arkadaşıydı, “Ben onu orda bırakmam” dedi ve apar topar ameliyat oldum. Patoloji raporu kanser olduğunu ortaya koydu, sonrasında tedavi gerekmedi ancak ben ameliyat hakkımı böylelikle savdığıma karar verdim.
Beş yıl boyunca ameliyat fikri önce aklımın bir köşesinde durdu, sonra her yerini sardı. Her kış “yaz gelmeden olayım” dedim; her yaz “bu yaz da inek gibi gezicem” diye söylendim. Kendime hiçbir şey yakıştırmamaya başladım, üstüme başıma bir şey almaz oldum (ekonomik kriz bu konuda çok yardımcı oldu) Ama Bodrum’da yaşadığımızdan ve yılın önemli bir kısmını denizde geçirdiğimizden (yine ekonomik kriz sağ olsun, tatile gittiğimiz yok) mayo almaktan kaçamadım; her alışverişe gittiğimde kabinden önce sinirlenerek, sonra ağlayarak çıktım. Hava ne kadar soğuk olursa olsun, yürüyüş yaptıktan sonra ter içinde kaldım; tişörtüm sanki ıslak mutfak tezgâhına yaslanmış da sırılsıklam olmuş gibi eve geldim. Bir ara spor salonuna yazıldım, kardiyo derslerinde -spor sutyeni giymeme rağmen- memelerim yüzünden zıplayamadım. Beden eğitimi dersinde koşarken memeleri sağa sola sallanan kız olmuştum.
Böyle böyle yıllar geçti. Ben her şeyi düzene koymayı bekledim. Vakit olsun, nakit olsun, zorunlu bir ameliyat değil, bir sürü ihtiyaç varken buna gerek var mı, kilo vereyim öyle olayım, kim kaybetmiş de ben bulayım diye diye bugünlere geldim.
Oysa vakit olduğunda nakit olmadı, nakit olduğunda vakit olmadı. Kilo vermeyi bırak, kendimi iyice saldım, gebeliklerimden beri ilk kez tartıda 70’i gördüm. Ve tabii ki, eskiden sadece “basenimde” toplanan kilolarım vücudumun her yerine yayıldı, bundan memelerim de fazlasıyla nasibini aldı. Boynumun sol tarafındaki ağrıyı, sol mememin daha çok sarkmış olmasına yordum.
Başka major şeyler de yaşadım bu sırada. Demir depolarım tükenmişti, doldurdum. Tekrar boşalmasın diye kanamalarımı azaltmak için spiral taktırdım. Depresyona girmiştim, antidepresana başladım. Tiroidim yoldan çıktı (kilo almamda onun da etkisi vardı), onu hizaya soktum.
Ameliyat fikri hiç aklımdan çıkmadı. Arkadaşlarıma ameliyat olmak istediğimi söyledim, olmuş olanlardan cesaret aldım. Ameliyat olduğunu bildiğim, sorabileceğim yakınlıkta hissettiğim bütün kadınlardan fikir ve öneri aldım. Devlet hastanelerine güvenemedim, duyduğum birkaç ismi aradığımda özele geçtiklerini öğrendim. İstanbul’da, Adana’da, Mersin’de, İzmir’de, Bodrum’da doktor aradım. Kimine muayeneye gittim, kimine memelerimin fotoğrafını gönderip sadece fiyat aldım. Telefonum tanışmadığım insanlara gönderdiğim meme fotoğraflarıyla doldu.
Mersin’de iyi bir doktor olduğunu duymuş, geçen Mayıs’ta gittiğimde muayene olmuştum. Ekim ayında Mersin’e tekrar gidip ameliyatı olmaya niyet ettim, amcamlarda kalacaktım. Hatta belki kuzenimle birlikte ameliyat olacaktık, “toplu sünnet düğünü gibi yaparız” diye gülüyorduk. Ancak amcam kanser oldu ve bizi çok korkuttu, Mersin’e gitme planını rafa kaldırdım.
Tam “bu kış da bitiyor, yine ameliyat olamadım” diye hayıflanırken, bir pencere açıldı önümde… Doğan’ın seyahatlerinin azaldığı, Deniz oğlum İstanbul’a gidince evdeki trafiğin bir nebze rahatladığı ve aslında çocuklar büyüdüğü için bize eskisi kadar bağımlı olmadıkları bir boşluk… Ve işte o sırada Hande’nin ameliyat olduğunu gördüm.
O güne kadar daha önce ameliyat olan hangi kadınla konuştuysam, sadece “İyi ki yaptırdım” dememiş, “Keşke daha önce yaptırsaydım” demişti. Hande’cim de, ameliyattan çok kısa bir süre sonra aynı şeyleri söyleyip, beni gaza getirince, “ne olacaksa olsun” diyerek harekete geçtim. Birkaç gün sonra İstanbul’a gelecektim. Kim bilir, içime sinerse belki ameliyatı oluverirdim; “tek yön” uçak biletimi alıp yola çıktım.
Ben normalde her türlü sağlık işleminde halama danışırım. Ama halam bu ara ailemizdeki başka sağlık sorunlarından dolayı yoğun ve yorgun, bir de benim “zorunlu olmayan” ameliyatımla kafasını meşgul etsin istemedim. Ben ameliyat randevumu alacak, her şeyi ayarlayacak, halama sadece haber verecektim. Gerekirse refakatçisiz bile kalacaktım, öyle kararlıydım artık. Ama hayat ben planlar yaparken halamın “Sen n’apıyorsun benden habersiz?” demesiymiş; halam kendi çalıştığı hastaneden birkaç isimle döndü bana. Sadece öyle yapmakla kalmadı, “ameliyat sonrasında bana geliyorsun” dedi. Ayça’cım da ameliyat öncesi ve sırasında bana refakat edeceğini söyledi. Doğan “Dönmek için acele etme; ben burayı hallederim” dedi, annemle babam “İşini hallet öyle gel kızım, biz Doğan’a destek oluruz” dediler. Eh, artık bütün yıldızlar yan yana dizilmişken buradan geri dönemezdim; halamın ismini verdiği doktorlardan birinin telefondaki son derece yakın ve güven veren ilgisinden sonra Ayça’yla el ele tutuşup muayene olmaya gittim.
Bu yazıya, bütün süreci, başından sonuna anlatmak için başlamıştım aslında… Ama bunca paragraftan sonra hâlâ sadece muayeneye kadar geldiğimi görünce, okuma kolaylığı için bu yazıyı burada sonlandırmaya karar verdim. Ameliyat sürecini bir sonraki yazımda anlatacağım.
Sadece okuma kolaylığı için mi bu yazıyı sonlandırdım? Sanırım benim de bir es vermeye ihtiyacım var… Merakla bekleyenler olduğunu biliyorum; ancak teknik ayrıntılara girmeden önce bu beş seneyle bir hesaplaşmam gerekiyormuş meğer…
Geçmiş olsun, sağlık ve mutlulukla gelsin gelecek günleriniz. Sifalar diliyorum.💜
Tekrardan geçmiş olsun. İyikileriniz de çoğalsın inşallah🩷