Hayatımın ilk gerçek anlamdaki terk edilişini yaşadığımda 30 yaşımı geçmiştim.
“Ondan önce hiç mi aşk acısı yaşamadın?” diyeceksin; yaşadım. Yani, ortaokulda âşık olduğum çocuk beni sevmedi ve çok acı çektim. Ama o terk edilmek sayılmazdı. Zaten hiç olmamıştı o.
Sonrasında da hayatıma girip çıkan insanlar oldu ama uzaklaşmamız ya karşılıklıydı ya da zaten zamanı geldiği için doğal olarak gerçekleşmişti.
Terk edilmek başka bir şey…
Ölüm gibi ama ölüm değil
Terk edilişimden birkaç sene sonra terapiye başladım. Terk edildiğim için değil; aslında bunun bir gündem olduğunun bile farkında değildim; sonradan ortaya çıkacaktı. Terapiye başlamamın bambaşka sebepleri vardı.
Her fani gibi ben de ömrüm boyunca hayatın çeşitli cilveleriyle ve silleleriyle karşılaştım. Mutsuz denilemeyecek bir çocukluk, herkesinki kadar zor bir ergenlik, uzun ve sevgilimle birlikte büyüdüğümüz bir birlikteliğim oldu. Sıralı ölümlerle karşılaştım. Sonra bir gün, ani, sırasız ve travmatik bir kayıp yaşadım. Güzeller güzeli Günsel halamı, hayatımdaki en önemli insanlardan biri olan kuzenim Bige’yi ve onun biricik kardeşi Berk’i genç yaşta kaybettiğimiz bu trafik kazası beni derinden sarstı. Ancak beni terapi koltuğuna oturtan bu değildi.
Bu olaydan seneler sonra iki yakın arkadaşımı daha birkaç yıl arayla aniden kaybettim, ancak terapistin yolunu tutmamın sebebi bunlar da değildi.
Uzun soluklu ilişkimizde, ilk gebeliğimi kürtajla sonlandırmamızın ve hemen ardından bir düşük yaşamış olmanın, sağlıklı iki çocuğumuz olmasına rağmen bir türlü geride bırakamadığım kederi de değildi beni terapiye başlatan...
Soğuk bir kış günü terapi koltuğuna oturduğumda, o günden sonra önümüzdeki bir buçuk yıl boyunca “terapistim” diyeceğim, ve hayatımdaki izini hep anımsayacağım kişi beni o gün oraya getiren şeyin ne olduğunu sorunca ağzımdan şu cümle çıktı:
“Bundan sekiz sene önce anne oldum.”
Kendim de şaşırmıştım. Elle tutulur bir sorunum olduğunu sanıyordum.
Aslında vardı; sadece farkında değildim. Bir süredir kontrol edemediğim bir öfke, bir ruhsal yorgunluk, bir huzursuzluk yaşıyordum ve bunun, bilinçaltımdaki uykusundan uyanmaya başlayan çocukluk travmamla ilgili olduğunu öğrenmek üzereydim.
diye anlatmıştım bunu kitabımda…
İşte terk edilişim, bu çocukluk travmamla, geçmişimdeki istismarla ilgiliydi…
O güne kadar abla dediğim, abla bildiğim kuzenlerim, babalarının beni çocukluğumda istismar ettiğini onlara yıllar sonra söylediğimde bana inanmamış, “Babamıza sapık diyemezsin” diyerek benimle iletişimi kesmişlerdi.
Önce geçici olduğunu sandım. Yani o kadar da değil, tamam geçmişte bi’ şeyler olmuştu ama hayatımızdan çıkacak değillerdi herhalde… Allah babalarının belasını versindi ama onlar hâlâ canım ciğerimdi.
Sonra bi’ baktım, ay resmen bizi hayatlarından çıkarmışlar! Sadece beni değil, benimle birlikte, babalarının yine çocuk yaşta istismar ettiği, ve adamın seri bir pedofil olduğunu ortaya koyan iki kişiyi de…
Önce öfkelendim, sonra üzüldüm, sonra yas tuttum falan sonra geçti. Daha doğrusu ben geçti sandım.
Aradan yıllar geçti ve ben terapiye başladım.
Terapistim ilk görüşmelerimizde beni tanımaya çalışırken hayatımdaki kayıpları sordu. Söyledim. Halamı ve iki kuzenimi trafik kazasında kaybettiğimi söyledim.
“Başka?” diye sordu.
“Başka yok” dedim. Duraladıktan sonra “Yani var ama hayattalar” dedim.
Ne olduğunu sordu, anlattım. Onları da not defterinin “kayıp” hanesine yazdığını fark ettim. Ölmüşler gibi...
Ay ben şok!
Ölmediler ki, nasıl olur?
Olurmuş işte… Seninle ilişiği tamamen kesmişse birisi, yokmuş gibi çıkmışsa hayatından, ölmüş sayılırmış o…
Öyle acıtırmış canını…
Daha bile fazla acıtabilirmiş hatta… Çünkü bilinçli bir vazgeçişmiş o… Kolay değilmiş sindirmek…
Hakikaten de değildi…
Ama sindirdim.
Ve şarkıyı anladım: “Ölüm gibi bi’ şey oldu ama kimse ölmedi.”
Ölmediysek, yaşarız biz de…
Teşekkürler.
Evet böyle bir gerçek var. O sindirme ,yas tutma zor olsada var ve geçiyor 🙏🏾🍀❤️