2013’te basılan ilk kitabım Annelik Her Zaman Tozpembe Değil’in giriş yazısında, blog yazmanın benim için ne anlama geldiğini şöyle anlatmıştım:
Bir gün bir yazı yazdım ve hayatım değişti
Bir olay ne kadar olağan olursa olsun, ne kadar beklenirse beklensin, kendi başınıza geldiği zaman dünyanın en sıra dışı, en büyük, en yoğun yaşanan olayı olabiliyor. İşte benim için de annelik öyle oldu.
Çocuk yetiştirmek şimdiye kadar yaptığım en karmaşık işlerden biri oldu; en doyurucu ama en yorucu, en eğlenceli ama en zor, en tatmin edici ama en endişe verici. Her ne kadar “herkesin başına geliyor” olsa da, Kasım 2006’da benim başıma geldiğinden beri benim dünyamın merkezine oturdu annelik.
Doyurucu bir eğitim ve çalışma hayatını bir kenara bırakıp tam zamanlı anneliğe bodoslamasına dalınca an geldi ki annelik dünyamın merkezine oturmaktan çıkmış, dünyanın kendisi olmuş. Ben demek “sadece anne” demek, anne demek ben demek olmuş. Çocuğuma bakmak için çalışmayı bırakmışken, çocuk bakmayı işim yapmışım. “Sadece birinin annesi” olmuş, kendimi unutmuşum.
İşte tam o sırada bir arkadaşımın da dürtmesiyle blog yazmaya başladım. Ne ilginçtir ki annelik hakkında yazdıkça, tek kimliğimin annelik olmadığını da hatırladım, kendimi yeniden buldum.
Yukarıdaki satırları kaleme aldığımda yaklaşık üç buçuk senedir blog yazıyordum. “Senin için endişeleniyorum Elif. Bütün gün annelik yapıyor, akşam da annelik hakkında yazılar yazıyorsun” demişti bir arkadaşım o zamanlar bana...
Çok garip gelmişti söylediği... Annelik yapıyordum çünkü anne olmuştum. Annelik hakkında yazıyordum çünkü konuşmaya, içimdekileri sağaltmaya ihtiyacım vardı. Nesi yanlıştı ki bunun?
Neyin yanlış olduğunu, daha doğrusu neden yanlış göründüğünü yıllar sonra Serpil Çakır’ın aşağıdaki satırlarından öğrenecektim:
“Kadınların gündelik yaşamlarında karşılarına çıkan sorunlar, kişilere özel ya da belli durumlara özgü sorunlar değildir. Kadınlar nihayet, ezilmelerinin bir sistem meselesi olduğunu anlamıştır.”1
Yazmaya başladığım 2009 yılında anneliğin de kişisel olan her şey gibi politik olabileceğini bilmiyordum. Sadece annelik yapmama ve annelik hakkında yazılar yazıyor olmama üzülen arkadaşım da bilmiyordu ki küçümsemişti yaptığımı…
Yazıyordum, çünkü sustuğumda içimde büyüyen soru işaretleri vardı. Yazıyordum, çünkü başka türlü nefesim tıkanıyordu.
Yazdıkça, yalnız olmadığımı fark ettim. Sadece yalnız olmadığımı değil, ne kadar kalabalık olduğumuzu fark ettim. Bireysel bir uyanış değildi benimkisi; kolektif bir aydınlanmanın dile gelmesiydi.
16 sene önce anneliğin operasyonel dertlerine dair yazdığım yazılar, çocuklarımın hayata karışmaya başlaması ve ülkenin içinden geçtiği siyasal ve ekonomik zorlukların onların da hayatlarına doğrudan etki etmesiyle birlikte daha politik, daha sorgulayıcı ve daha kolektif bir dile evrildi. Artık sadece kendi anneliğimi değil, bu coğrafyada kadın olarak var olmayı, bu ülkede özgür ve onurlu bir şekilde yaşamanın nasıl mümkün olacağını ve bütün bunların, içinden geçtiğimiz süreçten nasıl etkilendiğini de sorguladığım yazılar yazmaya çabalıyorum.
Blogumun ismi hâlâ Blogcu Anne… Daha geniş bir kitleye ulaşmam için değiştirmem gerektiğini, genç, çocuksuz okurlara ulaşabilmek için “anne” başlığından kurtulmamı söyleyenler oldu. Düşünmedim değil, belki böylesi taktiksel olarak daha doğru olur. Ancak, “anne” isminde direnmemin bir sebebi var. Toplumda sürekli bir kalıba sokulmaya çalışılan, arkadaşımın yaptığı gibi küçümsenen ya da iktidarın yaptığı gibi yüceltilerek “kutsal aile” çatısı altına sokulan anneliğin, sadece çocuklara bakım veren bir kurum olmadığını, düşünce üreten, söylem geliştiren, renkli, çeşitli, çok katmanlı bir pozisyon olabileceğini göstermeye çalışıyorum.
Bu yazar, yazar mıdır?
“Yazı yazan kişiye yazar denir” demişti Buket Uzuner, bundan yıllaaar önce. Twitter Twitter’ken, oralarda karşılıklı sohbet edilirken söylemişti bunu… “Edebiyatçı bambaşka bir şeydir” diye de eklemişti… Onun bu sözünden icazet alıp kendime “yazar” demeye çalışmış, ancak yine de “ne iş yapıyorsun?” diye soranlara “yazı yazıyorum” demeyi daha kolay bulmuştum.
İkinci kitabımın da yayımlanmış olmasından cesaret alarak kendime daha kolay “yazar” yakıştırması yapsam da yine tereddütte kaldım. Bu tereddüdümde, yazı yazmak suretiyle “kocamın parasıyla, oturduğum yerden ahkâm kestiğimi” söyleyen bakış açısının da etkisi vardı. Bu bakış açısına göre “Evi geçindirecek kadar para kazanmıyorsam, ev içi emeğin adaletsizliğiyle ilgili söylenmeye hakkım yok”tu.
Evi geçindirecek kadar para kazanmıyordum. Geçmişte markalarla çalışmalar yaptığım zamanlarda dahi evi tek başıma geçindirecek kadar para kazanmamıştım. Çünkü işime, evi geçindirecek düzeyde para kazandıracak kadar zaman ayıramıyordum. Şöyle açıklıyordum bunu:
“Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” sözü bir madalyonsa eğer, öbür yüzü şöyle: “Başarılı olmak isteyen birçok kadının önünde, arkasında, sağında, solunda ama en çok da sırtında, bakılması gereken çocuklar, asılması gereken çamaşırlar, yapılması gereken yemekler, ütülenmesi gereken gömlekler ve daha nice #görünmeyenevişleri vardır.”
Evet, #ütübirinsanlıksuçudur demiş ve ütü yapmayı çoktan bırakmıştım ama diğer gerçekliklerim devam ediyordu ve ben yapmak istediğim işi yapmak istediğim şekilde yapmaya vakit ayıramıyordum.
Yapmak istediğim şey, yazı yazarak para kazanmaktı. Bunu bir süre markaların desteğiyle yaptım, ancak bakış açım değiştikçe ve yazılarımın içeriği anneliğin gündelik operasyonlarından, tabir-i caizse anneliğin siyasetine evrildikçe bunu yapmam zorlaştı. Nitekim bir noktada “fazla politik” olduğum için markalar yanımda durmamaya başladı; ben de “beni istemeyeni ben hiç istemem” diyerek önüme baktım.
Bir süre gri bir alanda kaldım. Pandeminin olduğu, İstanbul’dan Bodrum’a taşındığımız, önümüzü göremediğimiz, kayıplar ve ameliyatlarla dolu bir süreç… Tüm bunların sonunda -belki de tüm bunların sayesinde- depresyona girdiğim, yazı yazacak gücü bulamadığım bir süreç… Biraz terapi desteği, biraz ilaç desteği, ama en çok da zaman denilen ilaçla çıktığım bu sürecin sonunda, yaklaşık bir buçuk sene önce yeniden yazmaya başladım:
Ve şimdi, yeni bir eşikteyim.
Yazmak benim işim olsun diye…
Geçenlerde Chat GPT’ye, ne iş yaptığımı bilip bilmediğini sordum. Bana şöyle dedi:
Şu ana kadar konuştuklarımızdan anladığım kadarıyla yazı yazıyorsun—özellikle Substack’te hem Türkçe hem İngilizce içerik üretiyorsun. Feminizm, annelik, siyaset, medya ve eğitim gibi konulara odaklanıyorsun ve kişisel deneyimle politik olanı harmanladığın denemeler yazıyorsun. Yazılarında edebi isimlere referans veriyorsun ve feminizm perspektifin çok belirgin.
Ama bu yazı işi senin asıl mesleğin mi, yoksa başka bir işle birlikte mi yürütüyorsun—onu bilmiyorum henüz. Dilersen anlat biraz, ne iş yapıyorsun?
Yapay zekâ da benim gibi kararsızdı. Artık bu soru işaretlerini kaldırmanın zamanı gelmişti.
Çocuklarımın yaşça büyümesi, bir tanesinin evden ayrılması, evdeki diğer yetişkin olan eşimin evde daha fazla sorumluluk alabilmesi gibi yıldızlar yan yana dizilince, uzun zamandır niyet ettiğim bir adımı atabileceğim bir noktaya geldim.
1. Barı açıyorum
2. Ayla’yla aramı düzeltiyorum
3. Babamı yanıma alıyorum2
Evet, yazmayı işim yapmaya niyet ediyorum.
Bunun için de desteğinize ihtiyaç duyuyorum.
Şimdi değilse ne zaman?
Ülkecek çok zor bir zamandan geçiyoruz. Böyle zamanlarda, kelimelere her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyorum…
Bugüne kadar yazılarımı ücretsiz olarak paylaştım ve bu değişmeyecek. Haftalık yazılarım ücretsiz kalmaya devam edecek. Çünkü feminist içerikli yazıların erişilebilir olmasını çok önemsiyorum. Aynı zamanda, emeğimin karşılığını almanın da feminist bir mesele olduğunu düşünüyorum.
Bu nedenle, eğer isterseniz, yazılarımı sürdürülebilir kılmak ve çeşitlendirmeme yardımcı olmak için destek olabilirsiniz. Desteğiniz sayesinde, üzerinde çalıştığım ve üyelere özel olarak buradan tefrika edeceğim yeni kitabım için profesyonel editör desteği almaya başlayabileceğim.
Destek olmak isteyenler için üç farklı seçenek sunuyorum (Substack henüz Türkiye’de doğrudan ödeme alma hizmeti sunmadığı için dolar bazında çalışıyor):
Aylık Destekçi - Ayda 3 dolar (yaklaşık 115 TL)
Yıllık Destekçi - Yılda 30 dolar (yaklaşık 1150 TL)
Omuz Verenler - Yıllık 30 doların üstünde olacak şekilde kendiniz belirleyebiliyorsunuz.
Bugüne kadar beraber geldik — yazdıklarımı okudunuz, hakkında düşündünüz, yorum yaptınız, paylaştınız. Eğer attığım bu yeni adımda da yanımda olmak isterseniz, birlikte düşünmeye ve paylaşmaya devam edebiliriz.
Haydi bakalım: Barı açıyorum. İçeride görüşürüz.
Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları: 2016, s. 31
Her Şey Çok Güzel Olacak filminden.
Seviyorum geliyorum 🩵
🙏 Hep birlikte normalleştirelim.