Bir Bahar gününü daha geride bıraktık.
Bu söylediğim, “Bahar mevsiminde herhangi bir gün” olarak da anlaşılabilir ama ben daha özel bir şeyden bahsediyorum; daha doğrusu iki şeyden: (1) İki aydır her hafta geri sayım yapmamıza sebep olan, Demet Evgar’ın şahane oyunculuğuyla aklımızı başından aldığı Bahar dizisi… ve (2) Bu dizinin etrafında kadın arkadaşlarımla düzenlediğimiz ‘gün.’
Olay şöyle gelişti: ben her anaakım dizi gibi bundan da uzak duruyordum; sonra sosyal medyada öyle paylaşıldı ki “Tamam yea, izliyorum!” dedim ve başladım. Sonra bir baktım herkes izliyor; kızlarla aramızda konuşuyoruz falan, sonra bir gün birimiz (hangimiz hatırlamıyorum) “Ya biz bunu neden beraber izlemiyoruz?” diye sordu ve o gün bugündür Çarşamba sabahlarımızı bu diziye ayırıyoruz.
Çocukları okula bırakıyoruz; birimiz simidi, birimiz şarabı, birimiz çekirdeği alıyoruz; sıra kimin evindeyse toplanıp kahvaltı ediyoruz; sonra dizinin başına oturuyoruz; elimize nakışımızı alıyoruz, sonra işte kahve, arada sigara, arada diziye devam, sonra çekirdek, yanında ya da sonra şarap, atıştırmalık bir şeyler, diziyi bitirmek, ağlamaklar, değerlendirme ve kapanış. Sonra herkes ikide gidip çocuğunu alıyor ve böylelikle hayata kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Öncelikle dizinin hakkını vermek lazım (her ne kadar Evren’in Timur’la geçmişi olduğunun ortaya çıkmış olması biraz lüzumsuz olmuş olsa da -yani dünya üzerinde herkes ve her şey de Aziz Yavuzoğlu etrafında dönmese miydi keşke?- uyarlama olsa da, o olsa da bu olsa da…) ben uzun zamandır -belki de hiç- beni bu kadar derinden etkileyen, sürükleyen, heyecanlandıran bir dizi izlememiştim. Yani evet, Sopranos’u hâlâ tek geçerim, Breaking Bad’in bana yaşattığı kalp çarpıntısını unutamam, Succession aklımı başımdan aldı falan ama Bahar bir başka…
Demet Evgar olmasa bu diziye başlamazdım ve iyi ki varmış da başlamışım çünkü bu sayede halam Yargı’yı izlerken gördüğüm Mehmet Yılmaz Ak’ın Tümör’ü insanı delirtecek kadar gerçekçi bir şekilde canlandırmasını, en son Ferhunde Hanımlar’da bıraktığım Hatice Aslan’ın kıymetli oyunculuğunu, isimlerini henüz ezberleyemesem de Uras’ından Umay’ına, Parla’sından Seren’ine her bir genç oyuncunun kattıklarını göremezmişim. Füsun Demirel’in övgüye zaten ihtiyacı yok; Buğra Gülsoy’sa hepimizin malumu, ‘evrenilecek insan’…
“Baba” temasının işlendiği altıncı bölüm ve Bahar’ın Timur’a son derece yerinde bir şekilde “Sana verilmeyen şansın, dinlenmeyen sözün intikamını çocuklarından alma” dediği yedinci bölümde ağlamaktan kan çanağına dönen gözlerim, nihayet Bahar’ın uyanışının hızlandığı ve öfkesinin atağa geçtiği sekizinci bölümde biraz dinlendi de ben bu yazıyı yazabiliyorum.
Dizi, beş dakikalık döngüler içinde gözlerimin dolması, gözyaşlarım tam taşacakken Bahar’ın “Cerraaam, Dumur Hocam” diye laf sokmasıyla kahkahalara dönüşmesi, anlam veremediğimiz bazı davranışların kaynağını karakterlerin gençliğinde görmemizle beraber müthiş bir duygu yoğunluğu yaşatıyor bana… Tabii birlikte izlemenin ve ardından dizinin düşündürdüklerini konuştuğumuzu zannederken kendi bavulumuzdakileri ortaya döktüğümüzü fark etmenin de büyük etkisi var bu duygu yoğunluğunda.
Dışarıdan bakan birisinin “kadınlar toplanıp dizi izliyorlar” olarak kestirip atabileceği o birkaç saat var ya… O sırada ne duygular depreşiyor, bir dizi uğruna ya rab ne kutular açılıyor; ne yaralar saçılıyor.
Bahar sen bize n’ettin?
Aslında şunu etti:
… feminizmin kitlesel bir siyasal hareket olarak başarılı olabilmesi için çok sayıda kadının kendi durumlarının eleştirel, yıkıcı olduğunu görmeleri çok önemlidir.
Bahar tam da bunu yaptı, yapıyor. Hepimiz Bahar’da kendimizden bir parça, içimizde Bahar’dan bir kırıntı görüyoruz. Belki ilişkimizde aldatılmıyoruz, belki çalışmayı hiç bırakmadık ve yıllardır kariyer yapıyoruz; ama Bahar’ın sıkışmışlığını, o ‘uykudayken’ biriken öfkesini, sözde “konfor alanı”ndan çıkmaya başlayınca elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen o halini, kendi olmanın ve özgürlüğün tadını bir alınca ondan vazgeçemeyişini hepimiz yaşıyoruz.
Ya da belki şu an yaşamıyoruz çünkü ‘uyku’dayız ama Bahar’daki kendimizi gördükçe, o derin uykumuz yavaş yavaş hafifliyor, parmaklarımız kıpırdamaya başlıyor, rüyalar işin içinden çıkılmaz bir hal almaya başlıyor ve biz uyanmaya hazırlanıyoruz.
Kadınlar feministler haline geldiklerinde, ortaya çıkan çok önemli değişiklik… onların gerçekleri farklı bir konumdan, özneler olarak kendi konumlarından görmeye başlamalarıdır.
Herkesin iyileşmesine kimse karışamaz
Dizideki erkek karakterlerle ilgili de söylenebilecek çok şey var. Keşke bizim toplanıp izlediğimiz gibi, adamlar da toplanıp izleseler bu diziyi de oradan da bir şeyler çıkarsalar… Timur’un dengesizlik ve -son bölüm itibarıyla şerefsizlik- olarak nitelendirilebilecek davranışlarının nerelere dayandığını görseler mesela — ama deseler ki “Baban senin resimlerini yaktı diye böyle bir pislik olamazsın Timur.” Çünkü neydi hani o söz, “Ebeveynlerimizi suçlamanın da bir son kullanma tarihi vardır.” Evren’in Bahar’a “senin için ne yapabilirim?” diye sorarkenki içtenliğini görseler — ve deseler ki “ben etrafımdaki insanlara bu soruyu sormak için ne yapabilirim?”. Uras’ın, Umay’ın saç örgüsünü açarkenki halini görseler — ve deseler ki “Ben de birinin kendini böylesine teslim edebildiği birisi olmak istiyorum.” Keşke yapsalar bunları, ama bunu ancak kendileri yapabilirler, neticede herkesin iyileşmesine kimse karışamaz.
… feminist ve hümanist bir devrimin gerçekleşebilmesi için yalnızca kadınların ve diğer ‘Öteki’lerin ayaklanmaları yetmez… Aynı zamanda erkeğin saplantılı teknolojik emperyalizminin, kendi yetersizlik duygusundan dolayı dişi olandan korkmaktan ve onu reddetmekten kaynaklandığı gerçeği ile yüz yüze gelmesi anlamında ‘erkeğin kendi varlığını sorgulaması’ gerekir.
İyileşmek istemeyen kimseyi onun adına iyileştiremez, uyanmaya hazır olmayan kimseyi onun yerine uyandıramazsın. Bunu erkeklerin yapması lazım. Kendi adlarına, kendileri için yapmaları lazım. bell hooks’un da dediği gibi, “Hepimiz biliyoruz ki dünyadaki tüm kadınlar feminist olsalar da, erkekler cinsiyetçiliklerini sürdürdüğü müddetçe yaşamlarımız kısıtlanacak ve toplumsal cinsiyetler arasındaki savaş hali bir norm olmaya devam edecek.”
Cin şişeden çıktı
Bahar’ın izleyenleri bu kadar etkilemesi, kadınların gerek yüz yüze, gerekse online olarak bir araya gelmesi, hepimizin Zeynep’in haftalık paylaşımını beklemesi (ama önce bölümü izleyene kadar onu sessize alması ya da paylaşımlarından koşarak kaçması!), sadece Zeynep’in yazdıklarıyla yetinmeyip yorumlarda da birbirini tanımayan kadınların sanki beraber izlemişçesine sohbet etmesi tesadüf değil. Demet Evgar’ın Demet Evgar oluşu yadsınamaz elbette, ama Bahar, doğru zamanda, doğru yerde olan bir dizi olduğu için de bu kadar etkili bence… Hepimiz buna hazırdık, ‘uyanmayı’ bekliyorduk; Bahar bu anlamda biz derin uykudan çıkarken bizi saçımızı okşayarak ama aynı zamanda uykuya teslim olasımız geldiğinde de “Uyku bitti tatlım” diyerek uyandıran, bize ‘kıyamayan’ değil, ayağa kalkabileceğimizi bilen bir anne gibi; “bana bir şey söyle” dediğimizde “Uyanmana çok az kaldı” diyen bir arkadaş gibi aynı zamanda…
Kadınlar delirtilmişlerdir; yüzyıllar boyunca, yalnızca erkek deneyimine değer veren bir kültürde, deneyimlerimizi ve içgüdülerimizi yalanlayarak “yanlış aydınlatılmışlardır.” Bedenlerimizin ve akıllarımızın hakikati bize gizemlileştirildi. Bundan dolayı, birbirimize temel bir sorumluluğumuz var; makullûk uğruna birbirimizin gerçeklik duygusuna zarar vermemeliyiz, birbirimizi yanlış aydınlatmamalıyız.1
Bahar, yıllarca yanlış aydınlatıldığımız bir dünyada, bedenlerimizin ve akıllarımızın hakikatini açığa çıkarmamıza yardımcı olan araçlardan biri..
Daha da birbirimizin gerçeklik duygusuna zarar vermez, birbirimizi yanlış aydınlatmayız evelallah 💜
Bu yazıdaki tüm alıntılar, Josephine Donovan’ın Feminist Teori adlı kitabından. Başıbozuklar Kitap Kulübü’nün 18 Nisan’daki buluşmasında bu kitap hakkında konuşacağız. Her buluşmada olduğu gibi, kitabı okumasan da katılabilirsin, hatta bu buluşma özelinde kitabı okumasan da katılmanı özellikle isterim. Evet, isminden de anlaşılacağı gibi teorik bir kitap ama bu seni ürkütmesin. Okuması çok keyifli ve ‘uyan’dırıcı, ve sen kitabı okumasan bile ben okuduklarımı sana seve seve anlatabilirim. Katılmak istersen, buradan kayıt olabilirsin.
o çatıdaki konuşmada beni en etkileyen kısım yansımalarında sarılmaları :)
Teşekkürler.