Bu sabah, her zamanki gibi bir Pazartesi sabahının (HADİİİ, OKULA GEÇ KALACAKSINIZ HADİİİİİ, ÖĞRETMEN KIZACAK HADİİİİİİ) ardından sıradışı sükunette bir eve döndüm. Son birkaç haftam evin içinde oldukça telaşlı geçmişti; çocukların koşturmaları vardı, Derya’nın doğum günü vardı, Doğan hâlâ yarışmaya tek elle katıldığından “Ben aslında yoğum” diyen Burhan Altıntop gibiydi falan…
Ama bu sabah, bunların hiçbiri yoktu. Çocukları okullarına, Doğan’ı da İstanbul’a gitmek üzere uçağına yerleştirip döndüğümde ev bütün sessizliğiyle beni bekliyordu.
Kendime geç bir kahvaltı hazırladım; birkaç gün önce başladığım, yıllardır ismini duyduğum ama bir türlü seyredemediğim Remains of the Day filminin bir kısmını seyretmek üzere masaya kuruldum. Kahvaltıya oturmadan hemen önce sobayı yakmıştım ama söndü, tekrar yakayım dedim. Bu sırada evi duman basınca kalkıp sağı solu açtım, sobayı tekrar tutuşturmaya çalıştım, onu beklerken ağzıma iki lokma bi şey attım, filmi kaçırdım falan, e zaten öğlen bir görüşmem vardı, dedim ben bu filmi akşam seyredeyim, bu arada haberlere bakayım neler oluyor. (Akşam da bu yazıyı yazdığım için filmi yine seyredemedim).
Birgün’ü açtım, hm bakayım neler olmuş, Ekrem İmamoğlu eşbaşkanlık konusunda bi şeyler söylemiş, tamam onu okurum; İYİ Parti’den birisi istifa edenlere “mevzu makamsa hepiniz ölün” demiş, bunu okumama gerek yok hepsi allahından bulsun; 3 bakanlığın bütçesi yıl bitmeden tükenmiş, nedense şaşırmıyoruz; İstanbul’da ortalama kira 20 bin TL olmuş, e Bodrum’un da geri kalır yanı yok çok şükür; Milli Eğitim Bakanı tarikatları savunmuş, “Protokol yapmaya devam edeceğiz” demiş, hah işte orada dur. Burası çokomelli. Bu haberi sabah Twitter’da da görmüş ve irkilmiştim. Nitekim, izlediğimde Bakan’ın konuşması gerçekten içimi kaldırdı; sadece “çatlasanız da patlasanız da tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğiz” demekle kalmıyor, “çünkü onlar çocuklarımızın dağa çıkmalarını önlüyorlar” diyerek buna karşı çıkanları teröristlikle itham ediyor, ve bütün bunları meclis kürsüsünden söylüyor… Bir dakika; biz bu yorumları daha önce de duymuştuk? Ah evet, bundan 10 sene önce aynı şeyleri Fetö için söylüyorlardı. Yine ‘kandırılıyor’ olmasınlar sakın? Ya sabır…
Neyse, devam ettim haberleri okumaya; “İnci Taneleri dizisinin tanıtımına tepki: Katledilen kadınlardan utanmadınız mı?” Habere Yılmaz Erdoğan’ın kelepçeli bir fotoğrafı eşlik ediyor. Yılmaz Erdoğan’ın birçok tutumu artık beni şaşırtmıyor ve illa ki tepkiyi hak edecek bir şey yapmıştır diye bir önyargıyla haberi okumaya başladım, habere tepki gösteren kadınların paylaşımlarını gördüm; sonra da bu tepkiye sebep olan fragmanı izledim, izlemez olaydım. İçim kalktı. Gerçekten, fiziksel olarak midem bulandı.
Görüntülerde Yılmaz Erdoğan’ın canlandırdığı adamın, karısını öldürdüğünü anlıyoruz. Olayın nasıl olduğunu bilmiyoruz; ancak bildiğimiz, adam şaşkın, üzgün, pişman. “Senin aşkın değil sadece, failin olmak da varmış” diyor adam bir yandan; ki Kanal D de Twitter duyurusunu bu replikle yapıyor.
Kaba bir ilk bakışta bir “katil aklama” çabası olarak yorumlanabilecek bu girişim, Yılmaz Erdoğan için bile fazla. Muhtemelen adam kadını öldürmedi aslında, ya da öldürmek istemedi de kaza oldu, ya da adama iftira atıldı falan; yani bir kadın katilini bu denli romantize etmek ve bu yoldan iktidarın söylemleriyle yan yana durmak, Yılmaz Erdoğan gibi bir “akil insan” için bile fazla. Fakat konunun açılımı ne olursa olsun, her yıl yüzlerce kadının öldürüldüğü bir ülkede büyük ihtimalle rating uğruna yapılan bu çirkin tanıtımın birçok kadına rahatsızlık verecek olması umursanmamış.
Odadaki Fil
Bu haberi de sindiremedikten sonra e-mail kutuma döndüm. Kurumsal bir derneğin düzenlediği, “kadın gücü”ne dair bir zirveye davetiye gelmiş. Her zaman, her yerde görmeye alışkın olduğumuz türde isimler, her zaman her yerde duymaya alışkın olduğumuz türde şeyleri konuşacaklarmış.
Bu konferansı hazırlayanların da, konuşmacıların da, katılımcıların da fayda odaklı bir bakış açısıyla, ya da en azından öyle bir niyetle- hareket ettiğinden eminim. Ve konuyu herhangi bir konferans özelinden çıkarıp, daha geniş bir bakış açısıyla ele almak istiyorum. (Ha, çeşitlilik, kapsayıcılık, kadınların güçlendirilmesi gibi konuların ele alındığı bu konferanstaki konuşmacıların çalıştıkları ya da temsil ettikleri şirketlerin doğum izinlerinden, babalık izinlerinden, LGBTİ çalışanlarının olup olmadığından ya da onlara karşı ne gibi kapsayıcı politikalar izlediklerinden bahsedeceksek bu konferans özelinde de konuşabiliriz tabii…)
“Kadınları güçlendirelim. Kadınları destekleyelim. Kadınların önünü açalım. Cam tavanları kaldıralım. Eşitlikçi yaklaşalım. Kapsayıcı olalım.”
Bu söylemlerin hepsi sonuca odaklanıyor. Yani bu konular konuşulurken, kadınların halihazırda güçsüz oldukları, desteklenmelerinin gerektiği, önlerinin kapalı olduğu, cam tavanlarla mücadele ettikleri, eşit olmadıkları, kapsanmadıkları önkabulüyle yola çıkılıyor.
Ancak bunun sebepleri hiç irdelenmiyor.
Haydi hiç demeyeyim. Elbette sebebinin sorgulandığı ortamlar da var (Kendime pay çıkaracak olursam Dijital Topuklar bunlardan biriydi). Feminist etkinliklerin tamamı, ‘kişisel olan politiktir’ şiarından yola çıkıyor; feminizm ideolojisi zaten tam olarak bunun üzerinde yükseliyor. Ancak ‘ana-akım’ etkinlikler (bunu söylerken kurumsal firmaların başını çektiği ya da desteklediği etkinliklerden bahsediyorum) bütün düzenin erkek-egemen politikaların üzerine kurulduğu gerçekliğinden hiç bahsetmiyor. Ve ben bundan çok sıkıldım.
Kadınlara yönelik, kadın-erkek eşitliğini anlatan, kadınların ne kadar güçlü (!) olduğunun altını çizen, “kadınlarımızzzzz canlarımızzzz” diye güzellemeler yapan içeriklerden de, etkinliklerden de çok sıkıldım.
İngilizcede “elephant in the room” diye bir tabir var - “odadaki fil.” Bir odanın içinde, tam ortasında, herkesin görebileceği, daha doğrusu görmemenin imkânsız olduğu bir filin bulunduğunu anlatır. Bu fil, herkesin bildiği ama hakkında konuşmaktan imtina ettiği sorunu temsil eder. Harry Potter’da herkesin Voldemort’tan “ismi lâzım değil” şeklinde bahsetmesi gibi…
“Kadın Gücü” de işte böyle bir şey. Konuşulması gerekeni konuşmaktan imtina edenlerin, konuşulması gerekenin etrafından dolanarak türettikleri bir şey. Dillere pelesenk olmuş bir “kadın gücü.” Kadınlar şöyle güçlü, böyle dayanıklı, yok anneler on kaplan gücünde…
“Kadın Gücü” diye bir şey yok arkadaşlar. Eğer illa bir güçten bahsedeceksek “Erkek Gücü” var, çünkü erkek egemen bir dünyada yaşıyoruz.
Erkeklerin ezici ve zaman zaman ölümcül bir gücü var üstelik, ve “kadın gücü” denilen şey, bu gücün altında ezilmemekten, yeri geldiğinde ölmemekten, başını dik tutmaya çalışmaktan, hakkını aramaktan başka bir şey değil.
İş yerinde, siyasette, kamusal alanda, televizyon dizilerinde, kısacası hayatın her alanında kadınları ezip sonra da “kadınları güçlendirelim” diye günah çıkartamazsınız.
Bir sorunu, sadece o sorundan mağdur olanlarla çözemezsiniz. Faili işin içine katmadan, değişim yaratamazsınız.
“Kadın gücü”nün bir karşılığı yok. Ama “erkek gücü”nün hem de rakamsal bir karşılığı var. Buyrun: Sadece 2023 yılının başından beri 376 kadın erkek katiller tarafından öldürülmüş.
Hiçbir erkeğin ismi, bu Anıtsayaç’ta yer almıyor.
Ama her kadının ismi, her an yer alabilir.
Kadınlara ne kadar “güçlü” olduklarını anlatmak, bu anlatımı yapanlara kişisel bir tatmin vermekten başka bir işe yaramıyor. Erkeklerin neden bu kadar güçlü olduklarını, neden bu kadar ayrıcalıklı olduklarını, neden kadınlardan daha fazla para kazandıklarını, karanlık bir sokakta yürümekten neden -en azından kadınlar kadar- korkmadıklarını sorgulamayan hiçbir konuşma bir yere varmıyor.
bell hooks’un da dediği gibi,
Hepimiz biliyoruz ki dünyadaki tüm kadınlar feminist olsalar da, erkekler cinsiyetçiliklerini sürdürdüğü müddetçe yaşamlarımız kısıtlanacak ve toplumsal cinsiyetler arasındaki savaş hali bir norm olmaya devam edecektir.1
O yüzden, kadınları güçlendirmek gibi içi boş lafları yeniden üretmek yerine, erkekleri orantısız güçlerinden arındırmayı konuşmalıyız. Bu dünyanın, güç sarhoşu olmuş tek bir adama daha ihtiyacı yok.
Feminizm Herkes İçindir, bgst Yayınları
Sevgili Elif,
Erkek gücünü biz konuşsak bile asıl muhatabı olanlar işlerine öyle geldiği için asla ele almayacaklar. Bu devran da böyle gitmeye devam edecek sanki. Yazıların ufuk açıcı, ilham verici. 2 oğlum var ve doğuştan bu sistemde güçlü olduklarının bilinciyle güçlerini doğru kullanmaları ve kızım için de hak ettiği gücü verebilmeleri için feminist doğrultuda yetiştirmek niyetim. Yazıların bu doğrultuda ışık oluyor. Biz olmasak da gelecek nesiller kadınıyla erkeğiyle eşit güçte olsunlar tüm dileğim.
Sevgili Elif (mektup arkadaşı gibi 😊 yukarıda bu sesleniş hoşuma gittiğinden böyle başlamak istedim. Yazılarını takip ediyorum. üstüne düşünecek ve söylenecek bir şeyler muhakkak oluyor 👏👏👏 ama ben başka bir konu hakkında bir soru sormak isterim. ‘kişisel olan politiktir’ söylemi ile çokça karşılaşıyorum fakat bu ifadeyi ve derinliğini tam olarak kafamda oturtamıyorum. Bir gün bu söylemi irdeleyen bir yazın olur mu? Ya da var ama ben bilmiyor da olabilirim 🙏