Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor. - Ahmet Hamdi Tanpınar
Sabahları okula giderken TRT Radyo 3 açıyoruz çocuklarla… Normalde müziğe ihtiyaç duyacak kadar sessiz olmaz bizim arabamız; mutlaka konuşan, soru soran, kardeşleriyle zıtlaşan birileri olur; ancak kimsenin enerjisinin toparlayamadığı erken sabahlarda klasik müzik iyi geliyor hepimize…
Dün sabah üç çocuğumdan zorunlu eğitime devam etmekte olan ikisini okula bıraktım; pazara uğradım, eve dönüyorum. “Klasik Sabahlar” adında bir program başladı; dinleyicilerden birinin mesajına yer verdi spiker. Turizm sektöründe çalışan birisiymiş; “Eylül ayını sevmiyorum; herkes gidiyor, ortalık tenhalaşıyor; keşke zamanı geri alabilsem” gibi bir şey diyormuş bu dinleyici. Kimsenin samimiyetinden şüphe etmek istemediğim için bu mesajın gerçekliğine inanmak istiyorum ve hakikaten merak ediyorum: Çocukların okullarına döndüğü, her şeyin yerli yerine yerleştiği, hele de benim gibi bir turizm beldesinde yaşıyorsan, şehrin sakinleştiği VE AMA HÂLÂ DA DENİZE GİREBİLDİĞİN Eylül’ü nasıl sevmez ki insan?
Beklemek...
Limonata gibi havaların, çarşaf gibi denizlerin mimarı, okulların açılmasının müjdecisi, sonbaharın öncüsü, on iki ayın sultanı Eylül ayı geldi çattı.
Elbette Eylül’ün de kendine göre zorlukları var. Yaz aylarının keyifli uykularının ardından alarm kurarak uyandığım, gece yatmadan sandviçler, kahvaltılar hazırladığım, sürekli “ne beslenme koyayım?” diye düşündüğüm dokuz ayların başlangıcı Eylül. Arap ülkeleriyle aynı saat diliminde olmak ve onlarla iş yapanları daha da zenginleştirmek için yaz saati uygulamasının kalıcı hale getirildiği bir ülkede, çok yakında kör karanlıkta uyanacağımızın da habercisi aynı zamanda…
Yıllar içinde, okulların açık olduğu ve sürekli şoförlük yaptığım, mütemadiyen kırtasiyeye gittiğim ve çocuklarımın sadece evde değil, okulda da ne yiyeceklerini planladığım bu zamanlarda işimi kolaylaştırmak için çeşitli taktikler geliştirdim. Blogcu Anne Kebap Salonu bunlardan biriydi.

Hafta içi her gün, çocukları okula bıraktıktan sonra ya da almaya giderken uç uca eklediğim bir sürü durak bir diğeri.
Farkındalık yolun (sadece) yarısı
Sana da şöyle oluyor mu: diyelim çocuğu okula bırakmaya çıktın, onu bırakıp eve döneceksin, ya da işe gideceksin; ya da işten çıktın, çocuğu ne bileyim, kreşten alıp eve döneceksin; gideceğin yere doğrudan gitmiyorsun da, arada bir sürü durak yapıyorsun.
Çocukların kaliteli beslendiğinden emin olmak için de çeşitli senaryolar geliştirdim. Hafta içinde yeterli protein, vitamin, şu bu almalarını istiyorum ya, dahası bundan sorumluyum ya, anneleriyim ya hani ben, saksı değilim ya?! Eh, aynı şeyleri yemekten sıkılmasınlar da istiyorum; üst üste aynı tür yumurta yemesinler, bazen meyveli yulaf ezmesi yesinler, sandviçlerine humus süreyim besleyici olsun, hindi koymayayım bu sıcakta bozulur ama peynir yemekten de sıkıldılar, bugün yumurta yemediler okuldan geldikten sonra Sema’nın yulaf böreğinden yapayım gibi, “amma da abarttın” denilebilecek, fakat şahsım adına ciddi planlamalar ve hesaplamalar gerektiren bir süreç bu.
Ben tam böyle, insanlık için küçük ama benim için çıldırtıcı boyutta birtakım zihin oyunlarıyla yine yeniden uğraşmaya hazırlanırken, bir tweet düştü önüme:
diyordu İstanbul Planlama Ajansı başkanı Buğra Gökçe.
“Dolmuş parası olmadığı için okula düzenli gelmeyen çocuk var” diyordu Medyascope’taki bir başka haber de…
Teşekkürler Türkiye!
Bundan yıllar önce, Fransa’daki devlet okullarında verilen öğlen yemeklerinden bahseden bir kitap okumuştum. Fransız ebeveynlerin, çocuklarının günlük protein ihtiyaçları okulda verilen öğünle karşılandığı için, akşam yemeğinde et yedirmek gibi bir kaygılarının olmadığını anlatıyordu. Okulda verilen öğünlerin diyetisyenler tarafından ciddiyetle hazırlandığını, bu işin sıkı bir şekilde denetlendiğini, bunun, devletin sorumluluğu olduğunu söylüyordu kitap.1
Türkiye’deki devlet okullarında ücretsiz yemek verildiğini ilk olarak bundan 12 sene önce, Deniz ilkokula başlarken duymuştum. “Aaa neg’zel!” falan demiştim ama meğer sadece “taşımalı öğrenciler” için söz konusuymuş bu hizmet. Yaşadığı köyde okul olmayan çocukları, devlet, yakındaki bir başka okula (ücretsiz olarak) ‘taşıyor’ ve yemeklerini (ücretsiz olarak) sağlıyordu (Çünkü parasız eğitim anayasal bir haktı; ve devlet çocuğa yaşadığı yerde bu hakkı sağlayamıyorsa, bu hakkı ücretsiz olarak elde etmesinden sorumluydu). Yemek dediysem, Fransız okullarındaki gibi biftek falan sanmayasın, ekmek arası bir şeylerdi o zaman ve bırak diyetisyenler tarafından hazırlanıp ciddiyetle denetlenmesini, iştah açıcı bile görünmüyordu. Sanıyorum okuldan okula değişiyor bu uygulama; tabldot yemek çıkan okullar da var ancak okulda aç olan çocukların sayısı hiç de az değil.
Ben küçükken, ilkokuldayken yani, okula beslenmemizde muz götürmemize izin vermezdi öğretmenimiz. Muz o zamanlar çok pahalı -çoğunlukla ithal- ve insanın canını çektiren bir şeydi. O gün bugündür ben çocuklarıma muz koymam beslenmede, her ne kadar bana “Anne bir sürü insan muz getiriyor” deseler de, muzun kolay bulunamayacak ve can çektiren bir meyve olduğu algısını kıramadım zihnimde. Hoş, şimdilerde sadece muz değil, şeftali, üzüm, elma…neredeyse bütün meyveler pahalı; ve çocuğun gün boyu düzgün beslenmesi için yanına koyduğum meyveler acaba bir başkasının yiyemediği bir şey mi diye düşünmeden edemiyorum.
Hani siyasiler “Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir” derler ya… Bunu Türkiye’nin ağırlığı olan, anayasası belli, kanunu kuralı yerinde olan bir ülke olduğunu ima etmek için söylerler. “Burası Dingo’nun ahırı değil!” demenin bir başka şeklidir bu…
Evet, Türkiye bir muz cumhuriyeti değil. Çünkü Türkiye bir muz cumhuriyeti olsaydı, çocukları istismar edilir, kaybolur, öldürülürdü. Bir iktidar milletvekili, 90 haneli bir köyde günlerce bulunamayan bir çocuğun kamuoyundan gizli saklı sürdürülen bir soruşturmasındaki şüpheliler için kalkıp “Aile bizim dostumuz; bilip de söyleyemediğimiz şeyler var” derdi.
Türkiye bir muz cumhuriyeti olsaydı, medyada “Türkiye’de her yıl resmi rakamlara göre 10 binden fazla çocuk kayboluyor” diye haberler çıkardı. Sonra da İletişim Başkanlığı’nın Dezenformasyonla Mücadele Merkezi “Bu doğru değil çünkü TÜİK, kayıp çocuk istatistiklerini yayınlamıyor” diyerek bu haberi yalanlardı. Özrü kabahatinden büyük olurdu yani.
Türkiye bir muz cumhuriyeti olsaydı, eğitim müfredatı zırt pırt değiştirilirdi. Eğitimcilerin “yapmayın, etmeyin, müfredat ciddi iştir; paydaşların katılımı olmadan olmaz, ‘10 yılda hazırlanan müfredat bir haftada değerlendirilmez!’” demeleri ciddiye alınmaz, “Biz yaptık, oldu” diyerek herkese dayatılırdı.
Türkiye bir muz cumhuriyeti olsaydı, kız çocukları okuldan alınıp evlendirilir, oğlan çocukları okuldan alınıp sanayiye verilir; zorunlu eğitim çağındaki 442 bin 643 çocuk eğitimin dışında kalırdı.
İyi ki Türkiye bir muz cumhuriyeti değil…
Kız, yoksa olsaydı mıydı? Çocuklar okulda muz yerlerdi hiç olmazsa?..
Hangi kitap olduğunu hatırlayamadım. Bringing Up Bebe olduğunu sanıyordum ancak aradığım bilgiyi onda bulamadım. Sanırım onun devamı olan, French Children Don’t Throw Food kitabıydı. Bringing Up Bebe, Bebeğinize Fransız Kalın adıyla Türkçeye çevrildi; diğerinin bildiğim kadarıyla Türkçe çevirisi yok.
ahahahahah (ağlanacak halimize gülme gülmesi). Son günlerde içimden geçenlere "yine" tercüman olmuşsun Elif! O zaman ben de sana bestelerken aklıma hiç gelmeyen ülkemizi düşünmeyerek (bu ne demekse artık) Muz Şarkısını gönderiyorum.
Muzdan bir kaydırakla tüm sorunlarımızı unutabileceğimiz, muzdan bir hamakta adamsendecilik içerisinde salınabileceğimiz, muzdan bir salıncağa binerek halimize şükredeceğimiz, muzdan bir botla her şeyden uzaklaşabileceğimiz bir ülke hissini yaratan bir devleti simgeliyor bu şarkı. Ha bir de muz gibi soyulma meselesine de değindim. Ama sonuçta bir çocuk şarkısı bu (ahahahahah) (bu ne gülmesiydi bilmiyorum). İyi dinlemeler :)
https://www.youtube.com/watch?v=yB1-UdU3_BM
kızımı devlet anasınıfına verdim bu sene. 3 yıl özel kreşteydi. Öğretmen dedi ki salatalık koymayın kokuyor. İçim bir cızladı. Koksun evden ister ertesi günde yer diyesiniz geliyor ama salatalık bile kokmasına gelmiş olmamıza inanamıyorum. Beslenme listesi paylaştı karbonhidrat sadece. Erişilebilir ama aslında beyin sisi dağınıklığı yaratacak şeyler. Sırf halimizden öğretmen listesini böyle yapmış. Eşek gibi çalışıp paramla çocuğuma dümdüz bi şey sağlayabiliyor olmak benim vicdanımı sızlatmamalı. Çok şükür bu ayıpta benimmiş gibi kıvranıyorum. Sonra üzüldüğüm insanların seçimlerini görüyorum, bu durumun sorumlularını seçmeye devam. Sonra da duygusal roller coaster, çıkmazlardan çıkmaz beğenemiyorum. Ne gidebildik ne kalabildik.