Lisedeyken anket defteriniz var mıydı?
Benim vardı.
Adınız?
En sevdiğiniz renk?
Aşk mı, mantık mı?
…
Başıbozuklar’ın bu yeni bölümü, biraz buradan ilham aldı.
Yazmaktan Sebep adlı bu bölümde her ay, sevdiğim bir Substack yazarına aynı soruları soruyorum: Derdi neymiş? Onu ne motive edermiş? Yazılarını kim okusun istermiş? Kim okumasınmış?…
Bu yeni bölüme, yazmaya olan tutkumuzda ortaklaştığımızı bildiğim Rayka Kumru ile başlamak istedim. Bundan yaklaşık iki sene önce ben yeni arayışlar içindeyken Ayça bana “Substack açmalısın Elif” demiş, Substack nedir ne değildir diye bakarken tanıdık olarak Rayka’yı görünce kapısını çalmıştım. Rayka sorularımı yanıtlamış ve ihtiyacım olan gazı bana vermişti ve işte şimdi buradayız.
“Derdi olan yazar”mış. Senin derdin ne?
Derdim, derdimi anlatmak. Söyleyecek çok şeyim var. Bazen kendime, “Birilerine mi yoksa kendime mi hayırlı olsun diye yazıyorum?” diye çok soruyorum. Yani derdimin başka birinin derdine çare olması gerekiyormuş gibi baskı altına sokuyorum kendimi sanırım. Bir alanın okullusu olmanın yanılsaması belki de... Yazma sebebim, içime sıkıştırdıklarımın gazını almak genelde. Bunu hem kişisel hem de profesyonel bir yerden söylüyorum. Zaten bende hepsi iç içe geçmiş durumda ya, orası da ayrı bir mesele.
Diğer bir derdim de, sadece kabımı boşaltmak değil, kabıma doldurabildiklerimi başkalarıyla paylaşmak. Bu alan özelinde bültende hem o dönem meselem olan konuları, hem sorulara cevapları (gelen kutusu) hem de cinsellik alanında çalışanlara alan açmak için yazıyorum (kamusal alanda tabusal konular). nasıl konuşurum?’da da meselem cinsellik eğitim hakkı. Çocukların bu haklarına erişebilmeleri için yetişkinleri desteklemek. Son olarak sanıyorum derdim yalnız hissetmemek ve hissettirmemek.
Yazmadığında ne yapıyorsun?
Yazmadığımda canımı sıkıyorum. Kalemle ya da klavyede yazmadığımda aklımda yazıyorum. Asabım bozuluyor. O anda her şeyi bırakıp yazmak istiyorum ama bazen bu mümkün olmuyor. Hayatımı henüz buna göre tasarlayamadım. Ama müthiş bir mücadele içindeyim, yazmadığımda da canım isterse yazabilmek için. Vücudum bana aslında kendime ait o odaya bir an önce sadece fiziksel değil, zihinsel anlamda girip, bir süre sadece düşünüp yazmam gerektiğini çok sık hatırlatıyor son iki-üç yıldır.
Yazarken ne olmazsa olmaz?
Müzik. Bazen yazının moduna uyan, bazen de yazıya vesile olan şey benim için... Bu yazıyı yazarken gençlik aşklarımdan olan ve iki akşam önce ilk defa canlı canlı izleme şansını yakaladığım (ve ilginçtir ki, aklımdan yazı yazmadan dinleyebildiğim) Cat Power’ı dinliyorum.
Ben kâğıt-kalem kadınıyım. Diğer olmazsa olmazım, aklımdaki ve ekranımdaki açık yüz sekiz tab dikkatimi dağıtmasın diye bazen sadece kağıt-kalemle yazmak.
Ve son olarak—buna aklım ancak (ve sonunda) erdi ama— gerçekten de kendine ait bir oda. Kapısı kapanan ve kapandı mı içeri kimsenin ve hiçbir şeyin giremeyeceği bir oda. Küçük, loş, kıvamında dağınık ama temiz bir oda. İçinden devrim bile yapılabilecek bir oda.
Yazmaya ilk başladığın zamana geri dönebilseydin, kendine ne söylerdin?
“Neden duruyorsun, çocuk? Sen yaz, ben beklerim,” derdim.
Kaynakların sınırsız olsa, en çok ne yapmak isterdin?
Bu soru, tünelin sonunda ışığı görmekte çok zorlandığım 2021 kışından beri kendime her gün sorduğum ve her seferinde “Daha çok yazmak” diye cevapladığım bir soru.
Yazılarını kim okusun?
bülten özelinde: Hayatta gel-gitleri olanlar. Konu, tema ve zaman konusunda istikrar beklentisi olmayanlar. Yaratıcılığa, cinselliğe, toplumsal meselelere, kadın olmaya, bilime ilgi duyanlar.
nasıl konuşurum? özelinde: Hayatında çocuk olan ve o çocukların geleceğine katkı sunmak isteyenler.
Kim okumasın?
Yargı dağıtmak için tüketenler. Çok fazla beklentiyle gelenler. Yazı yazmanın ne kadar kırılgan bir şey olabileceğini unutanlar.
Çok çok teşekkürler.