Bu yazıyı beğenirseniz yazının sonundaki kalbe tıklayabilir, başkalarıyla paylaşarak görünür olmasına katkıda bulunabilirsiniz. Teşekkür ederim şimdiden.
Belki malumunuz, belki değil: Bu hafta dağıldım.
Belki de hep dağınığım, ama bu hafta toparlanamadım.
Önce, geçen hafta bahsettiğim #sutyen meselesiyle ilgili bir yazı yazmaya başladım:
Yeri ve Zamanı
Üniversite sınavının (YKS) üzerinden yaklaşık 10 gün geçti. Türkiye, bu 10 güne, on yıllık malzeme sığdırdı. Kısa (!) bir özet geçecek olursam:
Fatih Altaylı tutuklandı ◻️ KAOS GL’nin önce Twitter hesabı, ardından web sitesi erişime engellendi ◻️ Kartalkaya yangınında Turizm Bakanlığı personeline soruşturma izni vermeyen turizm bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Ahmet Hakan’ın da olduğu milyon dolarlık yatıyla Yunanistan’a tatile, pardon, “rakiplerini denetlemeye” gitti ◻️ Özgür Özel erken seçim talebinde bulundu (2 Kasım 2025) ◻️ Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin Ekrem İmamoğlu için bu kadar fazla miting yapmasını doğru bulmadığını söyledi: “Bu konu Ekrem Bey’le yargı arasındadır,” dedi ◻️ Muhalif kanallara lisans iptaliyle gözdağı verildi ◻️ 1 Temmuz’da tatile girmesi beklenen TBMM’nin çalışma süresi, “kömür santrali işleten şirketler için zeytinliklerin ‘taşınması’nı öngören” yasa tasarısının görüşülmesi için belirsiz bir tarihe kadar uzatıldı ◻️ Özgür Özel, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Berlin’deki kongresinde yaptığı konuşmanın ardından dakikalarca ayakta alkışlandı ◻️TİP’in Yoğurtçu Parkı’nda Onur Ayı nedeniyle düzenlediği etkinlikte “lgbti temalı etkinlik yapmak iki gün için yasaklandı” gerekçesiyle İrfan Değirmenci de dahil olmak üzere onlarca kişi gözaltına alındı; keza 50’ye yakın insan Onur Yürüyüşü’nde gözaltına alındı; üçü tutuklandı; geri kalanlar artık artık rutin hale geldiği gibi yurtdışı yasağıyla serbest bırakıldı ◻️ Bilecik, İzmir ve Hatay başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında orman yangını çıktı; Seferihisar’ın üçte biri kül oldu ◻️ Mutlak Butlan davası 8 Eylül’e ertelendi ◻️ Altan Sancar da dahil olmak üzere gazetecilerin Twitter hesaplarına erişim engeli getirildi ◻️ Saraçhane eylemlerinde gözaltına alındıktan sonra yargılanmaya başlanan 139 gence işkence ve kötü muamelede bulunan kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunuldu ◻️ Sivas katliamının faillerinin torunları, “vay efendim peygamberin resmini çizdiniz” diyerek LeMan dergisini bastı; polisler şeriatçılardan “lütfen yapmayın” diye ricacı olurken Türkiye Cumhuriyeti İç İşleri Bakanı’nın sosyal medya hesabından hedef gösterdiği LeMan çalışanları ters kelepçeyle gözaltına alındı ◻️ Ekrem İmamoğlu peygambere yapılan “hadsizliği kınadığını” söylemek suretiyle -bilerek ya da bilmeyerek- şeriatçıların topuna girdi ◻️ Neyse ki Özgür Özel “O Leman hepiniz susarken Mavi Marmara’ya destek çizen, İsrail’e cephe alan, motokurye Samet’i kapak yapmış Leman’dır” diyerek LeMan’a sahip çıktı ve ekledi: “Herkes doğru yerde durmayı bilecek!” ◻️ İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne operasyon düzenlendi; eski başkanı Tunç Soyer ve yüzden fazla insan gözaltına alındı ◻️ Özgür Özel, İmamoğlu’nun tutuklanmasının yüzüncü gününde Saraçhane’de “100Karası” başlıklı bir miting düzenledi ◻️ Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, mezuniyet töreninde, atanmış bölüm başkanına sırtlarını döndü ◻️ LeMan çalışanları tutuklandı.
Bütün bu ahval ve şerait içinde ben 10 gün önceki #sutyen mevzusuna geri döneceğim çünkü YKS’ye alınmayan bir genç öğrencinin kıyafeti üzerinden koparılan fırtına, memleketin geri kalanına gösterilen tepkilerden daha organize, daha hızlı ve daha gürültülüydü.
Küpesinden dolayı sınava alınmayan bir öğrencinin, rızası olmadan paylaşılan görüntüleri üzerinden başlatılan agresif tartışmalar, kısa sürede kadınların kamusal alandaki varlığını sorgulayan kolektif bir linç kampanyasına dönüştü.
O yazıyı henüz bitirememişken, Sivas katliamının 32. yıldönümüne dair bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim. Beklediğim gibi -az da olsa- şiddetin cinsiyetinin olmadığına dair, kadınların da şiddet meyli olabileceğine dair yorumlar geldi. Konuşmaya değer bir konu olduğunu düşünerek haftalık yazımı bu konuya evriltmeye karar verdim:
Kadınlar Katliam Yapar mı?
Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi adlı romanında, savaşın, şiddetin, cezanın olmadığı bir ülkeyi tarif eder. Adı üstünde, sadece kadınların yaşadığı, sadece kız çocuklarının doğduğu, isteyen kadınların anne olduğu, çocuklara bütün kadınların annelik yaptığı bu ülkeyi, orayı keşfetmeye giden ve yaklaşık bir yıl boyunca orada yaşayan üç adamdan birinin gözünden şöyle tanırız:
Böyle bir ülkenin kaçınılmaz sınırlamaları, bir arada yaşayan bir sürü kadının kusurları ve ahlaksızlıkları konusunda öyle ukala fikirlerimiz vardı ki. Onlarda “kadınsı kibir” dediğimiz şeyi bulacağımızı, hepsinin “süslü püslü” giyineceğini sanmıştık fakat onlar, geleneksel Çin kıyafetlerinden bile daha harika, istendiğinde fevkalade süslenebilen, her zaman rahat, asil ve zevkli bir kıyafet yaratmayı başarmışlardı.
Burada itaatkâr bir tekdüzelik bulacağımızı sanmıştık fakat bizimkinden bile ileride, cüretkâr bir sosyal yaratıcılık ile bizimkiyle aynı düzeyde mekanik ve bilimsel gelişmeyle karşılaşmıştık.
Burada boş işlerle uğraşan insanlar bulacağımızı sanmıştık fakat bizimkiyle kıyaslanınca milletimizin birbiriyle kavga eden küçük, aptal çocuklara benzediği bir sosyal bilinçle karşılaşmıştık.
Burada kıskançlık bulacağımızı sanmıştık fakat hudutsuz bir kız kardeş sevgisiyle ve bizde hiçbir karşılığını bulamadığımız tarafsız bir zekâyla karşılaşmıştık.
Burada isteri bulacağımızı sanmıştık fakat kaliteli bir sağlık ve kuvvet seviyesi, soğukkanlı bir mizaçla karşılaşmıştık, öyle ki onlara ağzı bozukluğu açıklamak bile mümkün değildi — inanın, denemişliğimiz var.
Kadınlar Ülkesi, kusursuz bir feminist ütopyadır. Kadınlar özsel olarak sevgi dolu, barışçıl ve anaç varlıklardır. Hepsi anne olmasa bile her birinin annelik kapasitesi vardır. O dünyada savaşlara, şiddete, hırsızlığa yer yoktur; çünkü lüzum yoktur. Kadınlar, toplumsal sorumluluklarını yerine getirirken şefkatli doğalarının rehberliğine güvenirler. Bu bakış açısı, Gilman’ın yaşadığı dönemde —kadınların ne oy hakkı ne de yurttaşlık statüsünün olduğu bir zamanda— radikal bir çıkış sayılabilir. Ancak bugün, bu ütopyanın dayandığı bakış açısının bir adı var: biyolojik özcülük.
Bu yazıyı da bitiremedim.
Doğan bana kızıyor bazen; “Türkiye’nin gündemiyle çok fazla meşgul olduğumu” söylüyor. Bir ofiste, kurumsal bir işte çalışıyor olsam böyle dağılamazmışım; şimdi de öyle yapmalı, gündemin beni ele geçirmesine izin vermemeliymişim.
Öyle yapmıyorum ki; sadece arabadayken, ev işi yaparken, dişimi fırçalarken, kısacası ellerim yazı yazmak dışında bir şeyle meşgulken ya Nevşin Mengü’yü, ya Ruşen Çakır’ı, Ünsal Ünlü’yü falan dinliyor, Pazartesi ve Perşembe akşamları bir yandan sudoku çözerken bir yandan Onlar TV izliyor, Çarşamba günleri CHP mitingini takip ediyorum. Sosyal medyada gündemi takip ettiğim anlardan bahsetmiyorum, o sayılmaz çünkü.
Ayrıca konu sadece “Türkiye’nin evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma fırsatı vermemesi” de değil; çocukların evde olması da beni dağıttı. Önce Deniz gidip geldi, bu sırada yaz tatili başlamış oldu; her sabah çocuklar okula gider gitmez masa başına oturduğum düzenim bozuldu. Arada denize gidiyoruz onlarla ve Bodrum dikkat çekici derecede boş. Yerli turist yok, yabancı turist zaten yok ve ben, Bodrum’un bize kalmış olmasının tadını dahi çıkaramıyorum çünkü her boş masa tatile çıkamayan bir aileyi temsil ediyormuş gibi geliyor. Bodrum’da yaşamıyor olsaydık belki bizim için de boş bir masa ayrılmış olacaktı.
Midtown’da yangın çıktığını duyuyoruz; tam o sırada babam Midtown’un önünden geçip eczaneye gidiyor; onu arıyorum “Yangın varmış, yollar kilitlenebilir” diye, “Yok, yollar açık” diyor; sonra beş saat eve gelemiyor. Beş saat sonra da gelemiyor, çünkü tam da 65 yaş üstünün dışarıya çıkmaması gereken saatlerde dışarıya çıkmış durumda; sıcaktan fenalık geçiriyor. E araba onda, yollar kilit, nasıl gidip alacağız adamı derken Doğan’ın aklına motorla gitmek geliyor; sağ olsun sütçümüz Doğan’ı arkasına alıp kaosu yararak babamın yanına gidiyorlar da Doğan babamı arabayla getiriyor.
Tüm bunlar olurken Instagram’dan bir mesaj alıyorum, şöyle diyor: “Tahmin ettiğim bir şeyi merak ediyorum: Boşandınız mı??” Hayır, diyorum, öyle mi görünüyor? Israr ediyor: “Feminist aydınlanmanızı bu kadar geç yaşadığınızı söylüyorsunuz, ona rağmen boşanmamış olmanız çok garip değil mi sizce de?” Allah allah, diyorum, kız yoksa boşandım da haberim mi yok? Odamda oturduğum masadan koridorun diğer tarafına doğru bakıyorum: Doğan mutfakta kahvaltı hazırlıyor, gece de yanımda yatmıştı, demek ki boşanmamışız.
Yorumu yapan kişi devam ediyor: “Bence siz feminist değilsiniz, olmanız da çok ama çok zor. Bir duruş lazım, o da sizde yok.” Evet, diyorum, o duruş bende yok ama varmış gibi yapıyorum.
“Toplumsal baskı ve çocuklar yüzünden boşanmamış olabileceğimi” söylüyor bu kişi, “siz feministsiniz ya, daha iyi bilirsiniz.” Kafam karışıyor, hani feminist değildim? “-miş gibi yapıyorsunuz, ben zaten hissetmiştim.” diyor. Eyvallah, blokluyorum.
Kafam allak bullak olmuşken Derya oğlum, istemeye istemeye gittiği yüzme dersinden dönüyor. “Nasıl geçti?” diye soruyorum; “öğretmen herkese ‘en sevdiğiniz yemek, en sevdiğiniz şarkı, tuttuğunuz takım’ı sordu” diyor. Yemeğe makarna demiş, şarkıyı geçiştirmiş, tuttuğunuz takıma ise “tutmuyorum” demiş. En çok buna şaşırıyorum, çünkü feminist olmama rağmen henüz boşanmadığım kocam üçüncü oğlunu kendine benzetmeyi başardı: Galatasaraylı olmakla kalmayan bıdığım, aynı zamanda hafta sonları Galatasaray kulübünün futbol okuluna gidiyor. Babası atlıyor oradan: “Nasıl yani takım tutmuyorum??” “Yüzme takımı tutmuyorum ki?” diyor Derya. Yüzme dersine gitmiş ya, “hangi takımı tutuyorsunuz?” sorusunun yüzme takımını işaret ettiğini düşünmüş. E tuttuğu bir yüzme takımı yokmuş. Yüzme dersinde öğretmen neden hangi futbol takımını tuttuğunu sorsunmuş ki, ne saçma olurmuş.
İçimden “Keşke bu dünyadaki tek saçmalık bu olsaydı be oğlum” diye geçiriyor, dağılan kafamı toplayamadan bu yazıyı burada bitiriyorum.
Feministliği erkeklere düşman olmak zanneden cahil ve hadsiz insan. Neyse ki gündemde boşanma falan yok. Başlığı okuyunca korktum bir an. Yüzme takımı tutmayan miniğinizin yüreğinden öperim, ben de yüzme takımı tutmuyorum bu arada.
Feminist düşünceyi bu kadar güzel anlatan ve gerçek feminist birlikteliğin nasıl yaşanacağını gösteren çok güzel bir çiftsiniz. Bu noktada doğan bey gerçek feminist olabilir.