Meğer Ben Feministmişim

Bundan yaklaşık dokuz sene önce, ilk kitabım Annelik Her Zaman Tozpembe Değil'in yayımlanmasından bir sene sonra, o zamanlar Dijital Topuklar'a ilham vereceğini bilmediğim Blogher'e katılmak üzere San Francisco'ya uçarken, tam uçaktayken yani, ikinci kitabımı yazdım. Henüz uçak iniş yapmadan, ben taslağını çıkarmıştım.

Araya giren bir sürpriz gebelik, bir Dijital Topuklar, bir küresel pandemi, bir şehirler arası taşınma, sekiz Üzüm Hanım’ın Taneleri ve irili ufaklı biiiiiiirçok şeyden sonra, uçakta taslağını çıkardığım o kitap, 2002 Mayıs ayında satışa çıkan ikinci kitabımın küçük bir bölümü olarak kaldı.

Dokuz sene önce yazmaya niyet ettiğim kitabın bambaşka bir şeye dönüşmesine neden olan ilk şey, Özge Atalay Küçük’ün blogumu konu alan doktora teziydi. Özge’nin tezinde “süper annelik/kadınlık mitini sarsmakta olduğumu” söylemesi bana “Kız yoksa ben cidden feminist miyim?” dedirtti.

Özge’nin aklıma düşürdüğü karpuz kabuğunun peşinden yola çıktığımda ilk danıştığım kişilerden biri olan Derya’nın (Divrikli) okumam için kapısını araladığı feminist külliyat beni inanılmaz bir iştahla donattı ve okuduklarımdan yola çıkarak başladığım aydınlanma yolculuğu, bundan dört sene önce yeni bir kitaba dönüşmeye başladı. El yordamıyla keşfettiğim bu feminist uyanışımı anlattığım bu kitabın adı Meğer Ben Feministmişim olacaktı.

Birini küresel pandemi ve onu takip eden bir şehirlerarası taşınmaya kurban verdiğim iki senenin sonunda, kitaba ayıracak zaman bulamaz, bulduğumda da yönümü kaybetmiş gibi hissederken ben, Meriç’le (Mekik) yollarımız kesişti. Eğer kitap yazmak bir çeşit “uçmak”sa -ki benim için öyle oldu- Meriç de benim kanatlarımın altındaki rüzgardı. Onun yoldaşlığı, bu kitabı bu şekilde yazabilmemi sağladı. Ve kendisinin benim ilk kitabımın çıkmasına da vesile olan kişi olması, bu buluşmanın tesadüf değil, geç kalmış -ya da aslında tam zamanında gerçekleşen- bir buluşma olduğunu gösteriyordu belki de...

Yazmak, birçok sebepten kolay olmadı benim için. Fiziksel imkânlar (ya da aslında imkânsızlıklar) bu sebeplerin önemli bir kısmını oluşturuyordu. Kitabı aktif olarak yazdığım üç senenin yarısında çocuklar, akla hayale gelmeyecek bir pandemi yüzünden, dışarıya adım atamamacasına evdelerdi. Ama yazmanın zor olması sadece bu yüzden değildi. Giriş yazısından kısa bir alıntı yapacak olursam:

Bu kitabı yazmak benim için kolay olmadı. “Feminizm” ve “feminist” kelimelerini kendime dair telaffuz etmek zaman aldı benim için. Bazı şeyleri kendime yakıştırmam için “haddimi aşmam” gerekti.

Bu kitabı bir çeşit çözümleme olması niyetiyle yazdım. Yıllarca sadece teorik olarak asılı durduğunu sandığım fikirlerin aslında hayatın ta içinden olduğunu fark ettikten sonra, akademik jargonların kendi hayatımdaki karşılıklarını ortaya dökmek, hem yalnız olmadığımı görmek hem de yalnız olmadığımızı göstermek istedim...

Kitaptaki bazı paylaşımlar tetikleyici olabilir. Bazı şeyleri yazmak benim için de kolay olmadı. Ancak yazmanın sağaltıcı bir etkisi oldu benim için… Okumanın da öyle olmasını dilerim...

Bu kitap, bir çeşit ifşa çabası. İçine doğduğumuz bu ataerkil dünyanın biz doğmadan çok önce bizim için sinsice kurguladıklarını, biz fark etmeden bize yutturduklarını görünür kılma girişimi...

Bu bir kişisel gelişim kitabı değil, her ne kadar kendi kişisel gelişim yolculuğumu anlatsa da... Bir tavsiye kitabı değil, her ne kadar el yordamıyla keşfettiğim bazı çözüm önerilerini ortaya koysa da... Araştırmayı seven, anneliğin tarihine, teorisine ilgi duyan bir kadının, tecrübeleriyle harmanladığı kişisel, öznel araştırmaları ve tahlilleri bunlar. Bir “bence” kitabı bu, kendine dönük bir keşif sürecinin, bazı çıkarımların ortaya dökülmesi...

Bu noktada, editörüm Aslı (Güneş) devreye girdi. Aslı’nın feminist alandaki birikimi ve tecrübesi bana, kitabın ortaya çıkış sürecindeki en büyük güveni verdi.

Bu kitabın ortaya çıkması için, bilinçli olarak ya da olmadan el veren, yukarıda birkaçının ismini zikrettiğim kişiler oldu. Kendilerine kitabın sonunda teşekkür ettiğim için burada tekrar etmeyeceğim, ancak kapağına emeği geçen kişileri anmasam olmaz.

Bundan birkaç sene önce, Almanya’da yaşayan bir okurum bana bir mesaj gönderdi ve bir kanaviçe işlediğini, bana göndermek istediğini söyledi. Burcu Uçaray Mangıtlı’nın işlediği kanaviçe, benim küçük feminist isyanımı dile getiren ve ben farkında olmadan slogan haline dönüşen bir etiketi yansıtıyordu.

Burcu’nun bu işlemesinin, zarif ve emek isteyen bir el işi olmasının ötesinde bir anlamı vardı. El işleri, özellikle nakış işleri, yüzyıllar boyunca kadınlara ait bir emek olmuş, Batı’da sanayi devrimiyle birlikte eve kapatılan kadının “hoşça”, “uysalca”, kısacası “kadınca” vakit geçirmesine fırsat verirken, aynı zamanda ona kendini ifade etmek için bir kapı da aralamış, bir çeşit direniş ve isyan aracı olmuştu. Bugünlerde “feminist nakış” olarak adlandırılan bu zanaat, kadınlara atfedilen çiçek, böcek, kalp gibi işlemelerin ardında, ataerkiye dönük isyanları dile getiriyordu. (Meraklısına şu iki -İngilizce- yazıyı öneririm: Embroidery as Record and Resistance ve Women Are Turning to Embroidery as a Form of Resistance).

Burcu’nun, bana gönderdiği günden beri evimizin başköşesinde duran bu zarif işlemesi, zarafetin ardında barındırdığı direnişle birlikte yeni kitabımın kapağına ilham verdi. Feminist aydınlanma yolculuğumu anlattığım, “kendi küçük feminist manifestom” dediğim kitabımın kapağı da böyle olmalıydı. Uzun araştırmalar, tartışmalar, hesaplamalar ve tasarımlar sonucunda, babamın büyük bir dikkatle oluşturduğu şablonu annem aynı dikkatle işledi.

Tasarımcı Serçin Çabuk, bu işlemeyi hayalimden de güzel bir kitap kapağına dönüştürdü.

Annemle babamın, bu kitabın kapağını oluşturmuş olmaları, benim için bir başka önem daha taşıyor. Bu kitapta, daha önce kimseye anlatamadığım, en çok da yıllarca onlara söyleyemediğim bazı şeyleri anlattım ben. Bunları dile getirmek de, dile getirdikten sonra onlara okutmak da, kolay olmadı benim için... Ancak bu, "sağaltıcı oldu" dediğim şeyin ta kendisiydi; ki sadece okumakla kalmayıp, parçası oldukları bir hikâyenin yayımlanmasını desteklemeleri benim için çok anlamlıydı.

Dolayısıyla ilmek ilmek işlenen bu kapak, hem ardındaki yoğun yazma sürecinin, hem de ona eşlik eden bir iyileşme yolculuğunun da vücut bulmuş hali aynı zamanda... Sanırım okuyanlar daha iyi anlayacaklar ne demek istediğimi...

Dört seneden biraz uzun bir süre önce kitabın başına oturduğumda, “Kitabın içeriği henüz belli değil ama ithaf kısmı belli” demiş ve kitabı BlogcuAnne okurlarına ithaf ettiğimi söylemiştim.Ancak üç senenin sonunda kitap bittiğinde, bu ithafımı biraz genişletirken, tek bir ismi öne çıkarma ihtiyacı hissettim: Özgecan Aslan. Kendilerini kitabın sonundaki teşekkür kısmında andığım BlogcuAnne okurlarının buna anlayış göstereceğini biliyorum.

Bu kitabı yazarken tenisçi dirseği oldum, boynumu yamulttum, belimi kilitledim. Duygusal olarak inişler çıkışlar yaşadım, pandeminin de etkisiyle hayatımda ilk kez antidepresan kullandım. Sigaraya başladım, kimi zaman çayın, kimi zaman kahvenin, kimi zaman şarabın desteğiyle yazdım. Ama en çok düşündüm, okudum, sordum, sonra tekrar düşündüm ve bunu yaparken de hep kalbimi ortaya koydum.

Yazma sürecimin en mahrem anlarına eşlik eden canım Meriç, kitabın sonuna yaklaşırken ve bitirmekten korkarken ben, “Sen üzerine düşeni yaptın. Sen yazacağını yazdın. Bundan sonrası okurun” demişti bana... Öyle... Bundan sonrası okurun...

Dilerim benim kendi küçük feminist isyanım, başkalarının da benimki gibi aydınlık yollara çıkmalarına vesile olur...

Leave a comment



Meğer Ben Feministmişim’in kısa bir ön okumasını yapmak veya satın almak için: Meğer Ben Feministmişim

Kitabımın tamamını kendi sesimden Storytel’de dinlemek için: Meğer Ben Feministmişim