Bu yazıyı beğenirseniz yazının sonundaki kalbe tıklayabilir, başkalarıyla paylaşarak görünür olmasına katkıda bulunabilirsiniz. Teşekkür ederim şimdiden.
Bu günler geride kaldığında (çünkü kalmayacakmış gibi gelse de kalacağına inanmak zorundayız) toplu olarak terapi almamız gerektiğini düşünüyorum. Bu düşüncemde yalnız olmadığımdan da, yanlış olmadığımdan da neredeyse eminim ama ispatlama çabasına girmeyeceğim.
Ama önce, bu günler geride kaldığında, hep birlikte bağıra bağıra, hatta böğüre böğüre ağlamamız gerektiğini düşünüyorum. “Ulan neler yaşadık be!” diye sarsıla sarsıla ağlarken, birbirimizin elini tutup gözyaşlarımızı silerken “Tamam, geçti” diyeceğiz, belki bir bardak su ikram edeceğiz birbirimize… Sakinleşip “İyiyim ben, iyiyim” dedikten sonra el ele tutuşup ayağa kalkacağız; önce uzun bir masada hep birlikte yemek yiyeceğiz belki, sonra da etrafı derleyip toparlamaya başlayacağız. Uzun sürecek, kolay olmayacak/elbet üzüleceğiz/mutlaka bir iz bırakacak ama sonunda bitecek.
Ne zaman mı?
Bittiğinde.
“Bittiğinde bitecek.” — Böyle diyorum çocuklarıma bazen; bana sordukları soru, aslında soru olmayıp bıkkınlarını ifade eden sözler olduğunda… “Uf anne ya, çok sıkıldım, salonda oyun oynamak istiyorum, temizlik ne zaman bitecek?” “Bittiğinde”… “Sıkı can çıkmaz” gibi, “Nereye bıraktıysan oradadır” gibi bir anne taktiği…
Silivri’deki Otlar Sarardı
Malumunuz, yaz geldi. 19 Mart operasyonunun üzerinden üç koca ay geçti. Ekrem İmamoğlu gözaltına alındığında İstanbul’daydım, mont giyiyorduk o sıralar. Şimdi Bodrum’da denize giriyoruz.
Aradan geçen üç ayda çok şey oldu. O kadar çok şey oldu ki, Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’deki duruşmasının çıkışında açıklama yapan Özgür Özel dahi “Ben bile neler olduğunu unutuyorum” dedi.
Özgür Özel’in, İmamoğlu’yla gerçekleştirdiği haftalık görüşmelerin ardından açıklama yaptığı alanın arka planındaki otların sarardığını fark ettim bu kez. Bu açıklamalar başladığında o otlar yemyeşildi halbuki… Hatta “İstanbul’da böyle düz yeşil alan mı kaldı?” diye düşünüyordum baktığımda… Silivri’de kalmışsa demek…
İşte şimdi sapsarı olmuş o otlar. Olacak tabii, doğanın döngüsü bu… Otların rengi değişiyor. Ne değişmiyor peki? Bu davanın siyasiliği, haksızlığı, hukuksuzluğu… Koca bir ülkenin rehin alınmış olduğu gerçeği.
“Bu kadar kötülüğü nerede büyütmüşler?” diye sordu bugün Özgür Özel, görüşme sonrasında yaptığı basın açıklamasında... Gerçekten de küçük akıllarına rağmen —belki de tam da bu yüzden— saçma sapan senaryolar, akıl almaz iftiralar, düşman hukukundan bozma uygulamalarla meşgul ediliyor koca bir ülke…
“İyi ki bu işin mağdur tarafındayız” da dedi Özgür Başkan. Hakikaten de böyle bir davada fail olmaktansa mağdur olmak daha iyi… Yoksa, onun da ifade ettiği gibi, “ilkokul öğretmenine ne dicen?” Nasıl açıklayacaksın bu yaptıklarını? Nasıl bakacaksın tanıdıklarının yüzüne?
Özgür Özel’in duygularını bu kadar şeffaf bir şekilde ifade etmesi çok iyi geliyor bana… Ferdi Zeyrek’in cenazesindeki, mezarın içine girdiği fotoğraf hafızalara kazındı. O fotoğrafı gören hiç kimse bir daha unutmayacak o anın hissettirdiklerini…
Bana iyi geliyor ama işte herkese de iyi gelmiyor Özgür Özel’in duyguları… Gerek Gaziosmanpaşa mitingindeki savcıya yönelik çıkışı (“Senin alnını karışlarım!”), gerekse Ferdi Başkan’ın cenazesindeki ağıdı (“Bundan sonra ne yapacağız bilmiyorum…”) çok samimi, çok gerçek sözlerdi. Bir sürü insana, “Onun yerinde olsam ben de böyle derdim!” dedirtti. Sahiciliği çok iyi geldi.
Bir o kadar insana da, vay efendim muhalefet liderinin böyle öfkelenmesi ne uygunsuzmuş, yok ne kadar da kendini koyvermiş falan deme fırsatı verdi Özgür Özel’in bu samimi davranışları… Kendileri duygularını göstermeyi bilmeyen, hatta kendi duygularının farkında olmayan, duygusal anlamda yardıma muhtaç insanlardı bunu diyenler; çoğu da iktidar yalakasıydı zaten. Oldu canım, bir gün senin cumhurbaşkanı adayın tutuklanırsa sen göstermezsin duygularını…
Zaten başımıza ne geliyorsa duygularını göstermeyenler, duygularını göstermemeyi marifet zannedenler yüzünden geliyor. Savaşlar bu yüzden çıkıyor, insanlar bu yüzden ölüyor, toplumlar bu yüzden geriye gidiyor. Güçlü olmakta, güçlü görünmekte bok var zannediyor insanlar. Utanıyorlar duygularından. Hele de erkekler… Güçlü bir erkek “kadınsı” bir duyguyla eşleşmeyiversin hele… Vallahi ipini çekerler.
Oysa ne diyor Gloria Steinem?
“Sabır, şefkat, ayrıntılara dikkat, empati gibi, “kadınsı” denilerek küçümsenen tüm nitelikler, çocuk yetiştirmek için gerekli olan insani becerilerdir. Erkekler çocuk büyüttüğünde, onlar da bu becerileri geliştirir.”
Bir başka deyişle, duygular hiçbir cinsiyetin tapulu malı değil; dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz.
Erkek egemen dünyanın söylediğinin tam aksine, en büyük cesaret bazen ağlayabilmektir; “dayanamıyorum” diyebilmektir, “Ben bugün aklımın, kalbimin yarısını kaybettim” diyebilmektir aslında…1
Özgür Özel’in duyguları, benim duygularım. Bizim duygularımız. Son derece insani, son derece gerekli, son derece mevcut.
Bizler,
Özgür Özel’in gözyaşlarıyız - genç yaşta kaybettiği yoldaşı için ağlarken olduğu gibi… Çünkü bu ülkede dostluk da, yas da, birlikte verilen emek de hâlâ kıymetli ve gözyaşlarımızı tutmamak bir zayıflık değil, bir insanlık hâli.
Özgür Özel’in öfkesiyiz - bu ülkenin seçilmiş belediye başkanlarına uygulanan haksızlıklara tepki verdiğindeki gibi… Çünkü hukuksuzluk karşısında susmak yerine, öfkeyi dile getirmek, öfkesini dışa vuramayanların da sesi olmak gerekli.
Özgür Özel’in coşkusuyuz - yağmurdan sonra miting otobüsünün içine aldığı çocuklarla yan yana dururken olduğu gibi… Çünkü umudumuzu yeniden büyütmek, kalabalıkların içinde birbirimize bakıp “yalnız değiliz” demek hâlâ mümkün ve çok değerli.
Bu ülkenin en büyük şehrinin, dünyanın en büyük belediyelerinden birinin belediye başkanı; 15 buçuk milyon insanın cumhurbaşkanı olarak görmek istediği kişi; kargaların bile acı acı güldüğü, ortaya hiçbir delilin konulamadığı, turpların çürüdüğü, ahtapotların boğulduğu ve işin en üzücü tarafı, gözünü hırs bürümüş iktidarın, en büyük rakibi üzerinden memurlarına, bürokratlarına, gazetecilerine, gençlerine işkence ettiği bir davada, tam üç aydır, haksız yere tutuklu.
Buna öfkelenmeyeceğiz, kalabalıklarda bir araya gelince coşmayacağız da ne yapacağız?
Bu, sadece bir adalet meselesi değil. Bu, koca bir ülkenin aklıyla, kalbiyle, haysiyetiyle de oynanması demek.
O yüzden Özgür Özel’in duygularıyız.
Onun gözyaşlarında yasımız, öfkesinde isyanımız, coşkusunda umudumuz var.
Bu günler geçip gittiğinde, birbirimize sarılıp “Geçti…” diyeceğiz.
Ama o güne kadar, duygularımızla konuşmaya devam edeceğiz.
Not: Başıbozuklar Kitap Kulübü’nün bu ayki buluşması 26 Haziran saat 21:00’de Substack’te gerçekleşecek. Ayrıntılar burada.
Cesaret, aynı zamanda, Ekrem İmamoğlu’nun dünkü paylaşımında söylediği gibi, “Ben de sizi çok özledim” diyebilmektir.
Çok çok iyi bir yazı . Teşekkürler.
Hislerimize ne güzel tercüman oldunuz yine, Özgür Özel destan yazıyor! Umarım bu çektiklerimize değer de bu toplum bir daha böyle büyük bir kabusun içine düşmez. önümüzdeki bilmem kaç on yıl daha bunların pisliğini temizlemekle, hasarını onarmakla geçecek büyük ihtimal. bizim gençliğimiz gitti de, çocuklarımıza bari temiz bir gelecek bırakalım.